Amerikalı Betty’ye Karşılık Brezilyalı Kadın
Bu Amerika bana çok şey öğretti. Hele de Betty… İrlanda asıllı bir Amerikalı. Bencil, empati yoksunu bir kadın. Obez, iri kıyım yaşlı bir hatun. Kafasında gölgeliği arkada kasketi, sırtında “Yankee” yazan gocuğu, kot pantolonu ve kahverengi botlarıyla bitirim bi Amerikano. Bowling oynar, sakız çiğner, Frank Sinatra dinler… İşte öyle ki öyle derin Amerikalı…
Evinin bir odasında kirada oturuyordum. Çalıştığım yer olan NIH’den emekli bir sekreterdi. Kılavuzların dışına çıkmayan tipik bir “yurttaş”. Öyle ki, bir defasında elinde torbalarla eve gelmişti. Kapıyı benim açmam gerekmişti. Anahtarı cebinden almamı istedi. Aldım. İki anahtar vardı. Birisi üst, diğeri alt kilit içindi. Önce üstü açmaya çalışıyordum ki, birden bağırarak “Hayatında hiç kapı açmadın mı be adam?!” dedi.. Ona göre, iki anahtarı aynı anda deliklere sokmak ve aynı anda çevirmek gerekirdi. Kılavuz meselesiydi. Tabi onu dinlemeden kapıyı Türk usulüyle açmıştım. “Aptal şansı!” diye yorumladı.
Bir yandan, hayatımda hiç o kadar aşağılanmamış ama öte yandan hiç o kadar sıcak ilgi de görmemiştim… Kabus gibi…
Örneğin, bir taraftan, kuruşun hesabını yaptığım günlerde, zar zor satın aldığım Bulgar peyniri diye satılan bizim Edirne peynirini dolabı kokutuyor bahanesiyle çöpe atar, isyan ettiğim zaman çöpten çıkarıp önüme fırlatır, diğer taraftan bana istiflediği kuru fasulye konservelerinden verirdi. Baştan çıkarma çabaları ise tam bir travma idi. Yaklaşık seksen yaşındaki bir kadın tarafından tacize uğrayan 29 yaşındaki bir delikanlı olmak… Freud’un kitaplarından canhıraş fırlamış kahramanlar gibi olmuştum.
Bozulan pikap ve benzeri aletlerden sorumlu tutulmak, polise şikâyet edilmekle tehdit edilmek falan derken, tasımı tarağımı toplayıp kaçmış ve adeta canımı zor kurtarmıştım. Hala unutamadığım son sözü “Geri ödeme yok!” oldu. Oysa ayın ilk günü taşınmıştım ve bir aylık kira alacağım vardı… İçimdeki o derin kinle cehennemden kurtulmuş gibiydim..
Yeni mekân yine yaşlı bir kadının bir odası idi. Bu kez Brezilya’lı dindar bir kadınla yaşayacaktım. Dil bilmiyordu. Sürekli ibadet ediyordu. Evin her köşesi Hz. İsa portreleriyle doluydu. Kesif sarımsak kokusu dışında mizansende sorun yoktu. Oğlu Brezilya’nın ünlü gazetecilerindendi. Spor konularında yazıyordu. Bir sorun olursa başvurabilecek bir telefon numarası bildirmişlerdi. Washington Post gazetesinin ünlü bir köşe yazarı kadındı.
Betty travmasından sonra kafamı dinliyordum. Doğrusu mutluydum.
Ama kin bitmiyordu demek…
Bir gece yarısı içerden derin ve kısık bir şekilde “Kemaaaal… Kemaal!” diye inleyen bir ses işitecektim. İçimden “Allah kahretsin!” diyordum. Hiç de iyi şeyler düşünmüyor, yeni bir manipülasyonla karşı karşıya olduğuma dair kesin bir inanç taşıyordum. Ve yaşlı kadın ne hali varsa görsün istiyordum. Ancak saatler süren inlemelere daha fazla dayanamamış ve bir göz atmaya çıkmıştım ki ne göreyim… Yaşlı kadın küvette kanlar içindeydi. Anlaşılan düşmüş ve kafasını çarpmıştı.
Hemen gazeteci kadını aradım. Kısa sürede geldi. Ambulansa bindirdik ve hastaneye yatırdık. Beyin kanaması geçiriyordu. Bereket yaşayacaktı. Oğlu ve gelini ta Brezilya’dan gelmişlerdi. Onlar bana şükranlarını dile getiriyor, yemeğe davet ediyorlardı. Ama Brezilyalı kadın gözlerindeki kırgın, hüzünlü ve düşünceli bakışları ile bana hayatımın bir başka dersini veriyordu.
Geçmişin acısını bir başkasından çıkarmak ne de patolojik bir şeydi.
Ya Brezialyalı kadın ölseydi… Şu anda ne halde olurdum acaba? Düşünmek bile istemiyorum… Belli ki Allah bir kez daha korumuştu… Hem onu, hem beni…
Bizi takip edin: