Bazen Çözüm Zaman İster
Kaçamak öpücükler, evcilik oyunları, okul sıraları, kokulu silgiler… Ne de çabuk geçmişti zaman. Kız mahallenin en zeki oğluna âşıktı bir kere. Uzun boylu, boynu bükük adamın bakışlarındaki derinlik ve hüzün tek kelimeyle etkileyiciydi.
Okuma yazmayı kendi kendine öğrenmişti. Daha dört yaşındaydı. Yedi-sekiz yaşlarında yabancı televizyon kanallarında çocuk programlarını seyrederken, annesi bir de fark edecekti ki İngilizce konuşuyordu. Aradan fazla geçmemişti ki Almanca ve Fransızca da öğrenecekti. Büyük problemlere pratik yaklaşımları olacaktı. Aynı uzun ve karmaşık sayı dizilerini tersten toplayıp ikiye bölen, yaşıtları daha işin başındayken sonuca giden Gauss gibiydi… Abartısız, mütevazi bir deha..
Dünyanın en zor Üniversitelerini güle oynaya bitirecek daha yirmili yaşlarda global şirketlere en üst düzeyde yönetici olabilecekti.
Yoksul gencin, tüm masrafları kız arkadaşı tarafından karşılanacaktı.
Aşk vardı olayda hem de gecenin karanlığında pırıl pırıl ay ışığı kadar berrak dereler konuşurcasına bir aşk. Böyle bir yüzyılda böyle bir aşk… Tabiatın tüm güzelliklerini temsi edercesine saf ve tertemiz bir aşk…
Evlendiler.
Kız da okumuş babasının devasa sanayi iş kolunun başına geçmişti. Sevgilisi, eşi de oradaydı, yanı başında. Tanrım ne büyük bir mutluluktu, bulutlarda gibiydiler…
Ancak her şey çok kısa zamanda alt üst olacaktı. Psikiyatrik bir hastalık karabulut gibi çökecekti üzerlerine. İlk atak depresyondu. Zifiri bir depresyon. Çökkünlük. Dünya ile bağlantısını kesmesine yol açacaktı gencecik adamın. Deneyimli psikiyatristler sayesinde depresyondan tam çıkacakken mani atağı hastayı sarmalına alacaktı. Depresyonun tam tersine bir hal, bir neşe, bir kendine güven vesaire… Harcamaları artacak, riskli projelere eğilim gösterecekti. Sevgilisi, eşi, riski sezecek ve hukuksal nedenlerle boşanacaklardı. Ama onu asla terk etmeyecekti. Asla.
Derken bipolar afektif bozukluk tanısı konacaktı. Türlü çeşitli tedavi yöntemleri denenecekti. Ama tam karnında hissettiği dehşetli sıkıntıya çare bulunamayacaktı.
Neredeydi o güzel gençlik yılları? Neredeydi? Hani çocukları olacaktı. Hani mutluluktan birbirlerinden başkasını göremeyeceklerdi. Hani dünya bir yana onlar bir yana olacaktı.
Tam bunları düşünüp köşe bucak sessiz sessiz ağlarken genç kadın, tesadüfen bizim hekimle karşılaşacaktı.
Hastayla ilk karşılaştıklarında her şey ümitsiz, güçsüz ve boynu bükük bir el sıkışmasıyla başlayacaktı. Hikâyeyi baştan sona dinleyen doktor, hastanın genetik yatkınlığını, yetersiz sosyal destek sitemini, zaman zaman başvurduğu madde kullanım öykülerini not edecekti. Ama en önemlisi hastanın cümle Türk hekimlerine olan güveninin sarsılmış olduğunu fark edecekti. Bunda büyüklenmeciliğinin de birazcık rolü vardı ama hekimlerin yaklaşımlarındaki uçurum da açıklanamayacak boyutlardaydı.
Doktor fazla zaman kaybetmeden iyi tanıdığı İrlanda asıllı yaşlı ve çok deneyimli bir yabancı psikiyatriste yönlendirecekti. Böylece çare arayışı yurt sınırlarını aşacaktı. O hekimle birlikte konsülte edilecekti. İşbirliğine ülkenin en donanımlı kurumları ve hekimleri de eşlik edecekti.
Uzun yıllar çok ama çok sabırlı çabalara rağmen maalesef sonuç alınamayacaktı. Zekâ, para, dünyanın hekimi, teknolojisi çare olamayacaktı…
Ama amansız hastalık pırlanta temizliğindeki sevdayı ellerinden alamayacaktı ya… Varsın yaşanacak şey her neyse yaşansındı…
Hekimin aşka inancı tamdı. Günün birinde o hastanın da bir ilacı ve o ilacında bir dozu olduğu keşfedilecekti.
Bizi takip edin: