Bir Bilimsel Macera
Dâhiliye asistanı, karaciğer sirozu olan bir hastayı profesöre takdim ederken, şahsın anamnezinde sık tekrarlayan sara nöbetleri olduğunu ancak son iki yıldır hiç nöbet geçirmediğini rapor edecekti.
Halil, keskin gözlem yeteneğini keşfetmesinin mutluluğunu, o ânı defalarca ve onlarca kişiye aktarmak suretiyle ifade edecekti. Bıkmadan usanmadan, “O anda, siroz ile epilepsi arasındaki olası ilişkiyi gözlemiş ve daha o akşam hipotezimi geliştirmiştim!” cümlesi, Halil’in lügatindeki ana klişelerden birisi olacaktı.
O yıllarda bilim insanları merak ettikleri konuları araştırmak için rektörden izin alır ve ta Ankara’ya giderlerdi. Tıp indeksi sadece bir-iki yerde vardı. Ve incelemek günler sürer, saptanan dergi yayınlarını elde etmek ise aylar alırdı.
Halil, elindeki oldukça eski basım birkaç kaynağı alelacele karıştırarak, hayal gücüne ve de spekülasyona kuvvet, amonyak-epilepsi ilişkisine dair ilginç ve basit sayılabilecek teorisini geliştirmişti; “Sirozda amonyak artar, beyine gider, uyaran molekül miktarını azaltır, dolayısıyla baskılayıcı moleküller dominant hale geçer, işte sana doğal yollardan epilepsi tedavisi!” diyordu içinden…
Teoriyi geliştirmiş ve o akşam, misafirhanenin restoranında kendine rakı ısmarlamıştı. Ne de olsa artık o bir bilim insanı, bir entelektüeldi. Rakı da içerdi, sigara da… Tepeden de bakardı, alçak gönüllülük de taslardı. Enikonu, kendini hiç o kadar bilim insanı hissetmemişti.
Ertesi gün konuyu profesöre açtı. Onun vasıtasıyla fakültenin fizyoloji hocası ile tanıştı. Çok candan, ‘şeker’ denilen türden bir hocaydı fizyolog. Araştırmaya da ihtiyacı vardı. Zira yılların hocası olmasına rağmen bir türlü doçent yapmıyorlardı. Çünkü –‘biraz’dan biraz fazla– muhalif bir kişiliğe sahipti. Gördüğü hiçbir yanlışa duyarsız kalamıyordu. Ne yapsındı, babasından –o da dedesinden– öyle görmüştü. Anlaşılan, sülale boyu itirazları vardı yanlışlara ve haksızlıklara…
Halil, fizyolog Erman Hocayı çok sevecek ve dostlukları ömürlük olacaktı. Erman Hoca teoriyi dinledi. Yarı inanarak, yarı kuşkulu, yola koyulmaya karar verdi.
Sıra, köpekler üzerinde deney yapmaya gelmişti. Hayvan barınağı rektörün lojmanına çok yakındı. Günlerce sokaklardan toplanan köpekler, barınağa alınıyordu. Hayvancıklar sabahlara dek havlıyor, rektör ise Erman Hocanın su geçirmez kişiliğini bildiğinden fazla ses çıkaramıyor, “Yahu, orada neler oluyor?” falan gibi sorularla, rahatsızlığını olabildiğince nazik bir biçimde dile getiriyordu. Ekibe yeni hocalar alınmıştı. Süreç herkesi, hakikaten, derinden etkilemekteydi. Hatta ekiptekilerden birisi köpeklerle fazla haşır-neşir olduğundan mezhebini değiştirecek, Şafiiliği bırakıp Hanefi mezhebine dönecekti. Hayvanlara her dört saatte bir, gece gündüz demeden, kesintisiz, sırayla damardan amonyak enjeksiyonu da cabasıydı. Sonuçta deney, gerçekten çok boyutlu bir macera halini almış gidiyordu.
Zaman geçtikçe Halil’i bir kaygı sarıyordu ki, hem de nasıl. Ya amonyak, epilepsi eşiğini etkilemezse… Ya eşik, varsaydığı üzere yükselmezse? “Allah’ım, insan içine nasıl çıkarım!” diye içi içini kemiriyordu… O denli heyecanlı bir bekleyişi hayatında bir daha hiç tatmayacak, sonraları heyecana ‘tatlı’ sıfatını ekleyecekti.
Derken, büyük gün geldi çattı. Deneye katılanların tamamı gözlerini Halil’e dikmiş, gelecek tepkiyi heyecanla izliyorlardı. Halil’in gözü ise enjektördeydi. Enjektörde epilepsiyi tetikleyecek olan kardiyazol adlı bir madde vardı. “Allah’ım ne olur, başlangıç dozu aşılsın!” diye dua ediyordu. Yerinde duramıyordu. Ağzı kurumuş, yutkunmakta zorlanıyor, kalbi yuvasından çıkarcasına çarpıyor, nefesini adeta tutmuş ve zaman geçmek bilmiyordu.
Enjektör yavaş yavaş beklediği sınırın üstüne çıktığında derin bir nefes aldığını, hiçbir zaman unutamayacaktı. Hele de kardiyazol dozu başlangıçtakinin tam dört katına ulaştığında… İşte haz denen şey oydu. Öykü, Halil’in neredeyse tüm tanıdıkları, arkadaşları, dostları ve öğrencileri tarafından bilinegelecekti…
İşte o deneydir ki Halil’i Amerika’ya gönderecek, Erman Hocayı kısa zamanda profesör yapacak, deney konusu epilepsi mekanizmaları fizyoloji laboratuvarının ana meşguliyeti haline gelecek, o yıllarda Erman Hocayı asiste eden bir değerli araştırma partneri, yükseköğretim sisteminde üst düzey bürokrat olacaktı.
Bizi takip edin: