Cigara: Anılarda Var Gibi Ama Yok Aslında!
Daha altı yaşında sokaklarda izmarit toplardık. Amcamın oğlu ile. Maraş sokaklarında. Bayram harçlıklarımızdan Astor, Kent alırdık. Kaçaktılar. Renkli kutularda kokuluydular. Bir paket bir filmde biterdi. Kapalı sinema salonlarında. Sigara her yerde serbestti. Ameliyathanelerde bile. O yıllarda. Şehirlerarası yollarda duman altıydık. Ter, ayak ve bol soğanlı lahmacun kokularına eşlik ederdi cigara dumanları. Eşlik etmek ne demek, adeta sevişirler bir bütün olurlardı.
Açık radyo programı yaptığım zamanlarda, sonradan bir hocadan öğrendim ki, benim maceram daha ana karnında başlamıştı. Annem durmadan içermiş de daha doğmadan göbek bağı ile nikotine bağlanmışız anlayacağınız. Bir tek annem mi? Yedi geçmişim tiryakiydi ya. Leyla nine, Memduh dede, babam, eksiksiz hepsi…
Kafayı bulduran sabahın ilk nefesleri hala aklımda. Uzun Maltepelerle. Orta sonda. Evde. Babama çaktırmadan. Helada.
Ortaokul birincilikle bitince, annem elleriyle ikram etti “yak bir cigara”… O an legalize olduğum andı. Cigaramla karanlıktan, yer altından aydınlığa çıkıvermiştim.
Amcam biz iki ergene onluk paketlerde cigara verirdi. Harçlıklardan ayrıca…
Sevgili dedem Yenice içerdi. Bana “tütün sağlık için hiç iyi değil. Uzak durmak lazım” diyen ilk ve tek kişiydi.. Ve onu terk edenler listesinde bir numaraydı. Ne güzel bir adamdı o…
Lise yıllarımdı. Okulda, kapalı açık her alanda durmadan içerdim. Bana eşlik eden arkadaşlar az değildi. Hatta çoğunluktaydık onlarla. Bir kaç “kılkuyruk!” dışında ha babam içerdik. Kağıt oynarken, içerken. Müzik dinlerken. Saz çalarken… Her zaman…
Günde üç paketlere ulaşan cigara bağımlılığım üniversite yıllarımda tam gaz devam etti. İstanbul’da Göztepe’de ufacık odamın duvarları, perdesi nikotin rengine boyalıydı. Midem ekşirdi. Durmadan anti asit almak zorunda kalırdım.
Üzüntülerime, sevinçlerime, heyecanlarıma korkularıma, meraklarıma, bildiğiniz gibi değil her duyguya eşlik ederdi. Öyle bir muhabbetti ki dahası yok sanırdınız.
Beni tanıyan herkesin çok iyi bildiği bir parçamdı o…
Amerika da zor zamanlar döneminde, aylık harçlığımın neredeyse yarısı idi Camel harcaması. İngilizce, tıp ve daha ne kadar bilimsel gerçeklik varsa zihnimde hepsi duman altıydı. Sigarasız okuyamaz düşünemezdim. Kütüphanelere bile gidemezdim. O kadar ileri gitmiştim ki günde otuz defa bahçeye gidip geldiğimi gören Hoca “sana sigara serbest” diyecek ve NIH de ayrıcalıklı olacaktım. Ah Phil Skolnick! Şimdiki NIH şefi. Bir de onunla karşılıklı bina içinde içerdik…
Öyle güzel dostluklara vesile olurdu cigara. Ama “kendi cigaranı kendin al” dediği için biten dostluklar da vardı, İnsan ilişkilerimin tam ekseninde idi hülasa.
Başından beri var olan nefes darlığı son yıllarda artacaktı. Öksürük beni tanımlayan bir belirti olacaktı. Çıktığım televizyon programlarında defalarca tüm ülkeden özür dilemek zorunda kalacaktım…
Artık dostluk bitmeye yüz tutmuş, acı anılar başlamıştı. Mesela bir defasında Beşiktaş yaya geçidinde öksürmekten bilincimi bir an için yitirecek ve kalabalığa doğru arabayı sürecektim. Sol ön teker kaldırıma takılacak, paramparça olacaktı bereket… Yoksa!… Allah korumuştu yine. Oradaki polisin lastiği elleriyle değiştirmesi unutulmaz bir insanlık örneği olacaktı.
Artık acınacak haldeydim. Defalarca terk etmeyi deneyecek ama başaramayacaktım
Sonunda bir gün Kitaba el basmaya karar verdim. Allah’ın yardımı olmadan bırakmak olmayacaktı. Zira cigara her hücremin olmazsa olmaz bir molekülü idi…
Nihayet yemin ettim. Bıraktım. Günde en az üç paket içerken birden sıfırladım. Ve o andan itibaren yok oldu. Unuttum. Sanki onunla hiç tanışmamış gibi oldum…
En büyük streslerde bile aklıma gelmedi…. Ana karnı dahil tam kırkbeş yıllık bir bağımlılık sona erdi.
Kitaplarda yazılanlar doğruydu. En kuvvetli bağımlılıktı. Ancak defalarca bırakmayı denemek gerekiyordu. Bıkmadan. Usanmadan…Sonunda başarılıyordu.
İlginçtir. Anılardaki yerini çok kısa sürede terk ediyordu.
Yani cigara içerek geçen yıllar aslında cigarasız geçmiş yıllardı. O halde ne gerek vardı? Ve dedem yine haklıydı…
Bizi takip edin: