Hayaller ve gerçekler
Hayaller ve gerçekler… Her şey çok basit bir gerçekle başlar. Sonra kocaman hayaller kurulur. Ve nihayet gerçeklere geri dönülür. Bir de bakılır ki hayaller gerçek olmuş! Ama ya olmamışsa? Ya hayal kırıklığı denir geçilir ya da hazmedilemez de hayal dünyasında kalınır. En kötüsü de gerçeklere kızıp, küsmek ve her iki dünyadan da nefret etmektir.
Bu hayal kurma işi çocuklarda belirgin bir haldir. İyi hatırlayın o yıllarınızı ve de tatlı hayallerinizi. Pilot olmak istemeler, ordu kumandanlıkları, gelinlik giymeler, doktorcuk olmalar… İşe bir düğün, bir hastane gözlemi ile başlanır. Üstüne hayaller kurulur. Gelin olunur, Doktor olunur. Oyunlara da bir bakın. Hayal dünyası sınırları nasıl da zorlamaktadır. Arkadaşlar birbirini uyarır durur; “o öyle olmaz olum!” O noktada hayaller test edilmektedir. Gerçeğe ne kadar yakın ve ne kadar uzaktadır. Böylece gerçeklik algısı gerçekleşmekte, hayallerle gerçekler arasındaki fark anlaşılmakta ve öğrenilmektedir..
Uzun lafın kısası bir de fark edersiniz ki ömrünüz hayallerinizi gerçekleştirmek uğruna geçmiş.. Kimimiz bundan eğlenmiş, kimimiz harcanmış bir hayattan söz etmiş!
Tahmin edileceği gibi süreçte gerçekler, hayaller ve aralarındaki yakınlığı test etmeye yarayan sonuçlar rol almaktadır. Alkışlar sanatçılara, atıflar bilim adamlarına hayalleriyle gerçekler arasındaki yakınlıklarını test etmekte nasıl da hoş ve olmazsa olmaz sonuçlardır… Ama ya gerçekler kaypaksa, yani doktor olmak iyi bir şey iken günün birinde berbat, acımasız, empati yoksunu bir doktora, ya da varlığını ülkesine adaması hayal edilen bir ordu komutanının varlığını çıkarlarına endekslediğine tanık olunmuşsa… Gelin olmak güzel bir deneyim iken alçak bir pedofilin oyuncağı olunmuşsa, daha genel bir ifadeyle dürüst olmak, çalışkan olmak gerçeğin tam ortası gibi alınırken amcalar, teyzeler ya da akranlar bunun hiç de öyle olmadığını asıl gerçeğin yalancılık, hırsızlık, kısa zamanda, başkalarını hiçe sayarak “yol almak!” olduğunu ifade etmekteyseler, yani en büyük başarı “yırtıcılık” ise, Hangi hayalden ve hangi gerçekten söz edeceğinizi şaşırıp kalmaz mısınız? Orada mutluluk olur mu hiç? Hele bir de evrensel düşünmeye yetecek eğitim ve ilişki ağı ya da kitap vs. gibi materyal yoksa karanlıklar içinde kalınmaz mı? Ne hayal ne gerçek şaşırılmaz mı? Dünyayı kurtarmaya giden “megalo-idea”lar türemez mi?
Ya bir de evrensel doğrulara o muhteşem okyanuslara açıyorsa sizi hayalleriniz… Tüm insanlıkla kucaklaşıyorsanız… Tadına doyum olur mu hiç?
Dahiliye asistanı siroz hastayı takdim ederken “Öz geçmişinde epilepsi vardı, son iki yıldır nöbet geçirmiyor.” dedi. O basit gerçek hayal dünyamı tetikledi. Sirozda amonyak yükselir, beyine gider, uyarıcı maddeleri (özellikle glutamatı) etkisiz hale getirir ve sinirleri bastıran maddeleri (özellikle GABA’yı) etkinleştirir. Bu nedenle hasta sinirlerin aşırı uyarıldığı bir hal olan epileptik nöbet geçiremezdi. Bu o yıllarda bilinmeyen bir mekanizma idi. Hayaldi. Heyecan vericiydi. Hayali gerçeğe taşımak üzere deneyler yaptım. On yıl sonra hayalimin tüm detaylarıyla gerçek olduğunu anladığımda hissettiğim şeyin adı mutluluktu…
Neyse, aslında yıllar ilerledikçe insan anlar ki en büyük gerçek ölümdür! Kaypak olmayan şey. Herkes için geçerli mutlak realite. Kim bilir gerçeğe gerçekten giriş kapısı! Dileğim arkamızdan alkışlayanların bol olması…
Bizi takip edin: