Öfkeli Adam
Çocukluk yılları ahşap, eski bir binanın üçüncü katında geçmişti. Onca kedi vardı ki evde… Ancak yıllar sonra fareleri avlasınlar diye evin büyüklerinin büyük itina ile beslediklerini anlamıştı. Oysa o yıllarda, minicik ama koca yürekli bir çocukken, hepsinin birer oyun arkadaşı olduğuna inanırdı adeta. Ta ki bir gün sarı tüylü, sarmanlardan birisi elini acımasızca tırmalayana dek… O günden sonra sevgi artık katıksız değildi. Korku karışmıştı bir kere.
Doktora annesi ve babası zorla getirmişlerdi. Sol el bileği parçalanmış, alçıya alınmıştı. Duvara çaktığı yumruk öfkesindeki şiddetin sadece küçük bir kısmı idi. Babaya duyduğu acımasız duygular çok uzun yıllar öncesine uzanmaktaydı. Her üçü de muayene odasındaydı. Ama otuzlu yaşlardaki genç adamdan sağlıklı bilgi almak imkânsızdı. Gözleri ateş saçmaktaydı. Sağlığı ile ilgili konularda işe yarar bilgi vermiyor, veremiyordu. Sürekli olarak babaya küfürler yağdırıyordu. Ağzından köpükler gelircesine… Her iki ebeveyn de adeta sinmiş onu dinliyorlardı. Anne sessizce ağlamaktaydı.
Olacak gibi değildi. Doktor tüm güvenlik kurallarını bir yana bıraktı, her iki ebeveyni de dışarı çıkardı. Sanki hastasının çocukluktan getirdiği kocaman yüreği görür gibiydi, onca arbedenin, küfür kıyametin içinde…
Ana-baba dışarı çıkıp ta hekimle baş başa kaldığında genç adam ne diyeceğini bilemez halde kalıverdi. Şaşkındı. Kendisine duyulan güven onu hıçkırıklara boğdu. Uzun zaman ağladı, ağladı, ağladı. Doktor ise sessizce, gözlerini ondan bir an bile ayırmadan bekledi, bekledi ve bekledi.
“O Allah’ın belası adam beni işte bu hale getirdi!”. dedi dili dolanıyordu. Ağzı kup kuruydu. Sekreterden bir bardak su istedi hekim. O esnada her şey genç adam içindi. Ve adam bunu hissetmekteydi.
“Beni dinlerken gözlerinin içi gülüyor. O… ç….’nun. Şu zavallı halimden zevk alır gibi…” diye devam etti. Hekimin sormasına gerek kalmamıştı. Çocukluk ve ergenlik yıllarının ana travmalarını birer birer anlatmaya başladı.
Babası din hocası idi. Diğer çocuklara ibret olsun diye önce kendi oğlunu azarlar, aşağılar ve döverdi. Çocuk en küçük bir tepkide kendini üç katlı binanın en üst katındaki avludan aşağı bacaklarından asılı olarak sarkıtılırken bulurdu. O anda yaşadığı dehşeti hatırlamak bile istemediği konuyu aktarırken takındığı buz gibi ifadeden belliydi.
Yıllar babanın terbiye etmesi ile geçti. Şimdi sıra genç adamdaydı! Şu sıralar, o, babasını terbiye etmekle meşguldü!
Kendisine ve diğer insanlara duyduğu öfke öylesine şiddetliydi ki, sınırsız hoşgörüsü olmasa ve genç adam buna derecesiz ihtiyaç duymasa oda ne hale gelirdi acaba diye düşünedurdu doktor.
Hastanın hikâyesi paranoyada noktalanıyordu. Babanın gözlerindeki anlamsız bakışlar alaycı nitelik kazanıyordu. Hatta zaman zaman baba hayallerine bile müdahale ediyordu. Onun ne düşündüğünü denetler noktadaydı.
Kısacası duyguları karmakarışık, müthiş öfkeli ve marazi şüpheler içindeydi.
Anne sessiz ve zayıftı. Sırtını dayayabileceği tek bir şey yok diye düşündü doktor. Sosyal destek sıfır noktasındaydı adeta.
Bu yargı ana babayı içeri aldığında dağılıverdi. Anne titreyen bir sesle “Bizim ondan küçük bir çocuğumuz daha var. Hastalık ona da bulaşır diye korkuyoruz.” diyordu.
“Abisi tüm bu yaptıkları yetmiyormuş gibi, bir de evde kedi besler. Küçük kardeşi ise kediden çok korkar…”
“Ne yapsak dersiniz hocam?” diyordu. Alçak bir fısıltıyla…
Hasta ve doktor şaşkınlık içindeydi. Hastanın öfkesi doktora da bulaşır gibiydi. Ne diyeceğini bilemezken, birden fark etti ki, genç adamı hayata bağlayan bir şey vardı. Geçmişten bu güne taşıdığı bir şey. Kedi. Kediler!
Başka da bir şeyi yoktu şu kahrolası düşman dünyada.
Ve nihayet öfkeyi yutmanın bir yolu bulunmalıydı!
Bizi takip edin: