Sözün Bittiği Yer
Soluk benizli, sessiz kadın muayene odasında hekime en uzak köşeye kıvrılıp oturmayı tercih etmişti. Yanında babası ve annesi vardı. Baba görüşme boyunca içli içli ağlayacaktı. Anne konuşabilecek tek kişiydi anlayacağınız. Dolayısıyla bilgilerin çoğu ondan alınacaktı.
Hasta otuz yedi yaşındaydı. Evliydi ve bir çocuğu vardı. Tekstil dükkânlarından birinde işçiydi. Ama son bir aydır çalışamayacak haldeydi. Yüzündeki çizgiler derinleşmiş, kaşlar çatık ve dudak kenarları düşmüştü. Tipik bir depresyon yüzü vardı. Aile ne olduğunu anlayamıyordu. İştahı kesilmiş, bir ayda sekiz kilo vermişti. Uyku uyumuyordu günlerdir. Öyle donmuş gibi sessiz sessiz oturuyordu. O kadar isteksizdi ki tiryakisi olduğu sigarayı bile nadiren içmekteydi. Bu arada arkadaşlarından kopmuş, kendine hiç bakmaz olmuştu. Kısacası ağır depresyonun tüm özelliklerini taşıyordu.
Hekim hastayla temasa geçmek için çok nazik ama kararlı ifadelerle her fırsatı değerlendiriyordu. Örneğin çocuğu olduğunu öğrendiğinde “Kız mı, erkek mi? Yaşı kaç? Adı ne?” gibi sorularla hastaya yaklaşmaya çalışıyordu.
Nihayet en kritik konuya geçildi. Bu kez hastaya doğrudan intihar düşünüp düşünmediğini sordu. Hasta birden başını kaldırdı, konuşma boyunca sakladığı gözlerini hekime dikti ve olağandan daha yüksek ve kararlı bir ses tonuyla “Düşünüyorum!” dedi. Odada kısa, kasvetli ve derin bir sessizlik oldu. Hekim daha önce girişimi var mıydı? Ailede intihar eden olmuş muydu, öğrenmeye çalıştı. Sonra neden yapmadığını merak etti. Caydırıcı faktör araştırırken hasta tek kelimeyle “Kızım.” dedi.
Olay açıktı. Derhal hastaneye yatırılması ve elektrokonvulsif tedaviye (EKT) başlanması gerekiyordu. Kendinden emin bir şekilde kararını açıkladı. Hasta hala sessizdi. Umursamamakla kabul etmek arasında bir noktadaydı. Baba diliyle dişinin arasında “Gereken yapılmalı.” diyecekti. Ama annenin itirazı vardı. “Ne kadar süre yatar?” diye sordu. “Ortalama bir ay.” dedi hekim. Hafif topluca kadın “Olmaz.” dedi, “Siz ilacını verin, ben kızıma evde daha iyi bakarım!”
Uzun açıklamalar, konuşmalar sonuç vermeyecekti. Hekim ne yapacağını bilemez haldeydi. Bir yandan anlamaya çalışıyordu ama daha çok kızıyordu. Sonunda antidepresan bir ilaç yazdı, aileye verdi. Ve her gün vizite gelmelerini, herhangi bir karşılık istenmeyeceğini ifade ederek onları yolcu etti. Ama içi hiç de rahat değildi.
Aradan birkaç gün geçti. “Gelen giden yok, biz arayalım.” diye sekretere talimat verdiği anda tesadüfen bir akraba telefon açtı ve acı haber geldi. Hasta ofisten çıktıktan bir gün sonra kendine kıymıştı. Ateşli silah kullanmıştı.
Bu arada ilk dozu almış olmalıydı ki, telefondaki ses intiharın ilaçla ilişkisi olup olmadığını soracaktı. İlacın tek dozla böyle bir sonuca yol açma olasılığının çok ama çok az olduğunu belirtti.
Ardından hekimin kapısını başka akrabalar da çalacaktı. Sebep aranıyordu. Eşiyle ilişkisi sorgulanıyordu, vesaire. Oysa hasta o vizitte eşiyle ve kızıyla sorunu olmadığını hatta kızının kendisi için çok değerli olduğunu ifade etmişti.
Aradan yıllar geçecek, konu hekimde her dem taze bir acı hatıra olarak kalacaktı. Ama kimseler annenin ısrarından haberdar olmayacaktı.
Bazen yapılabilecek şeyler bitiyordu sanki ve insan alın yazısını okumakla yetiniyordu. Bunun da adına kader deniyordu…
İnanmamak mümkün değildi.
Bizi takip edin: