Teşvik etmek
Teşvik etmek… İsteklendirmek, özendirmek, bir başka ifadeyle, bir şeyi yapabilme kabiliyetinin varlığını önceden teslim etmek anlamına gelir. Sosyal yapımızı mikroskop altına alırsak göreceğimiz en ciddi problemlerden birisinin teşvik eksikliği olacağını sanıyorum. Aile içine bir bakalım: “Aferin sana evlat, daha iyisini yapabilirsin!” gibi teşvik cümlelerinin ne de cimrice kullanıldığını görürsünüz. İş yerlerinde hatalar kolay dile gelirken marifetler hemen daima göz ardı edilir. Bireyi başarılı kılmak istiyorsanız onu teşvik edin. Ama depresyona sokmak, yetersizlik duyguları içinde kıvrandırmak niyetindeyseniz asla teşvik etmeyin! Sanıyorum en büyük kaygımız insanları şımartmak istememektir. “Aman fazla yüz vermeyelim sonra başımıza çıkar” deriz. Bir başka kaygı kaynağı ise insanlarla, çocuğumuz da olsa, gizli-gizli yarışıyor olmamızdır. Kendi hayatımdan iyi bilirim teşvikin önemini. Ortaokul ikinci sınıftaydım. Fizik hocamızın maksimum notu 8…” 9-10″ derdi “bana aittir!” Meslek hayatında sekiz verdiği öğrenci sayısı ezberinde idi. Yani o kadar ki nadir. İkinci yazılıydı. Kışa girmek üzereyiz. Hava serin. Yazılılar okunuyor. Aman Allah’ım o ne heyecan. Acaba yarıştığım arkadaşlarla aramızda fark olacak mı? Kalbim yerinden fırlayacak sanki… Sonuçlar okundukça sınıftaki sessizlik derinleşiyor. Hayal kırıklığı sınıfın her köşesine karabasan gibi çöküyor… Sıra bana geldiğinde kulaklarım uğulduyordu. O soğuk akşamüzerinde ateş basmıştı adeta… Nihayet bir “8!” sesi işittim… Sevinçten deli olacak gibiyim. Sanki çocuk Nobel kazandı dersiniz… Sınıfta sadece bir kaç arkadaşın bakışlarında aferin ışığı parlıyordu. Neyse, ders bitiyor. Okul dağılıyor… Koşarak eve ilerliyorum. Babam kasabada yargıç. Arkadaşlarıyla birlikte o da eve gidiyor. Aralarında yüksek sesle konuşuyorlar, sessiz sokaklarda kahkahaları çınlıyor adeta… Arkalarından koşarak yetiştiğimi ve babama neredeyse iki metre mesafeden seslenerek “Baba, baba… Fizikten sekiz aldım!” Diye bağırdığımı onunsa ani bir hareketle bana dönerek adeta utanç ve kızgınlık karışımı bir duygu ve öfkeyle ” Bakıyorum kendini 10 almış sanıyorsun!” dediğini ve bir de okkalı küfür eklediğini sonra da homurdanarak önüne döndüğün, hatırlıyorum. O anki halim ne acı… Sonra aradan bir kaç yıl geçiyor ve lise ikiye başlıyorum. Ankara’nın en zor liselerinden birisindeyim. Neredeyse bütün derslerim en yüksek notlarda gidiyor. Zira bir tek insan sevgili arkadaşım Şükrü sürekli teşvik ediyor. “Sen yaparsın!”, “Bu soruyu olsa olsa sen çözersin!” gibi sözlerle adeta dördüncü vitese takmış gidiyorum (o yıllarda en fazla dört vites vardı!) Bu kez rahmetli babamın yorumu “bu normal bir durum değil…” şeklinde oluyor… Eminim hepinizin benzer anıları vardır. İnsanoğlunun her an teşvike muhtaç olduğunu unutmadan, yeri geldiğinde cömert davranmayı hedef etmek gerektiğini hissediyorum. Bu arada gençlik yıllarımda, babamla aynı hataya düştüğümü, kendi çocuğuma karşı teşvikte cimri olduğum dönemlerin varlığını üzülerek itiraf etmek isterim. Demek insanların hayatını cennete çevirmek bazen çok basitmiş. Yolu da teşvik etmekmiş. Bunu bilmek ama en azından heveslerini kırıp cehenneme çevirmemek, depresyona yol açmamak dileğiyle…
Bizi takip edin: