Türlerin Kökeni’nin 160. yılında Darwin ve Evrim Düşüncesinin Güncelliği
Kasım ayının sonu itibarıyla (24 Kasım), Charles Darwin’in abidevi eseri Türlerin Kökeni 160 yaşında olacak. Aradan geçen 160 yılla birlikte, bu kitap ve tema –genel olarak, sadece biyoloji ile sınırlı olmayan bir evrim düşüncesi-, güncelliğini yitirmek bir yana, her geçen gün yeni çalışmaların merkezinde olmaya devam ediyor. Bu konuya odaklanalım.
Her şeyden önce, belki yazının sonunda söylenebilecek bir cümleyi en baştan söyleyerek başlarsak: Evrim konusu, ‘tartışmalı’, var mı, yok mu soruların güncel olduğu bir konu değildir. Uygun ve verili koşullar altında, şaşmaz bir biçimde işleyen bir sürece işaret etmektedir evrim işleyişi. Bu bu sürecin varlığı gibi bir tartışma, bilim çevrelerinde mevcut olmayan bir tartışmadır, olmayan bir gündemdir. Bilim-dışı ve hurafelerle dolu bir zeminde, hâlâ tartışmalı bir konuymuş gibi ele alınması, iyileştirilmiş bir ifadeyle, tam anlamıyla bilgi eksikliğindendir. Ki herhangi bir alana, ‘eksik bilgi’ ile müdahil olmak mümkün değildir elbette.
Alanda yazan saygın pek çok araştırmacının da vurguladığı gibi, evrim kadar kanıtlarıyla birlikte ortaya konmuş, üzerinde her geçen an sayısız çalışma yapılarak altı doldurulmuş olan, pek az alan vardır. Bunu akıldan çıkarmamalıyız. Ayrıca gündelik hayatın, olağan tıbbın da pek çok alanında evrim düşüncesinin kökende yer aldığını unutmamalıyız.
Aradan geçen 160 yıl gibi devasa bir zamana karşın, esas itibarıyla güncelliğini ve anlamını koruyan bir açıklama tarzıdır evrim. Yıllarla birlikte, gelişen bilim olanaklarıyla eş zamanlı olarak, açıklama gücü daha da artmıştır. Dünyayı, bu dünyanın somut verileriyle, dünyaya ait olarak açıklama modeli olduğu için, dünyevi bir teoridir. Bilinemez, dünyayı aşan bir takım bilgi dünyasının dışındaki şeylere gönderileri yoktur. Gizemli bir yapıya ise hiçbir şekilde yer vermez.
Genellikle evrime karşı konum alanların iddia ettiği gibi, kanıtlanmamış bir şey olmaktan öte, genetik ve başka alanların da katkısıyla, açıkça kanıtlarla dolu bir alandır. Mekanizması ve işleyişi bellidir. Türlerin farklı koşullara uyumundan, yeni bir türün ortaya çıkmasına değin geniş bir yelpazede, canlılığın farklı momentlerine odaklanmaktadır.
Bunu yaparken, evrimsel biyoloji ile başka bilimsel alanlar da sıklıkla iç içe geçmektedir. Bir kalıntının yaş tayini üzerinden, türün hem oluşum hem de gelişim tarihinin izini sürmek mümkündür. Bu süreç temelde arkeoloji ve antropoloji gibi alanlardan da beslemektedir. Karbon testi gibi yaş tayin teknikleriyle ise, kalıntının oldukça yakın olarak, yaklaşık bir biçimde yaşının ölçümü yapılabilmektedir. Bütün bunlar, evrimin ne’liğini anlayabilmekte, biyolojinin elini güçlendiren bilimsel açıklama modelleridir. Bilim, bir kez daha diğer alanlarla olan ilişkisinde daha güçlü bir açıklama yapabileceğini, bu örnekte de göstermektedir.
“Evrim” kavramı kuşkusuz ilk olarak biyolojik bir kavramdır. Darwin dendiğinde akla böylesi bir temanın gelmesinde de şaşılacak bir yan yoktur. Ancak bununla birlikte, Darwin bu kavramı, İnsanın Türeyişi kitabında ele aldığı, ahlaki boyuttaki tartışmalara da uyarlamaktadır. Ahlak ve evrim arasındaki ilişki de, 160.yılı kutlanacak olan Türler kitabındaki konular kadar etkileyicidir, öğreticidir. Doğayı mutlak bir rekabet ve kavga alanı görme eğilimine karşı esaslı bir dayanaktır Türeyiş. Sadece kavga-mücadele değil, başka ilişkilerin de esastan olduğunun kanıtıdır.
Zira, elbette doğada bir var kalma mücadelesi vardır. Fakat bunun yanında, uzunca bir süredir görülmesi istenmeyen, halının altına ötelenen bir dayanışmacı yan da vardır doğada, doğanın parçası olarak hayvanlarda. Türler, hayatta kalmak için mücadele ettikleri kadar, dayanışmacı özellikleri ile de öne çıkmaktadırlar. Tek başına kalmış bir şempanze yavrusunun diğer yetişkinler tarafından sahiplenilmesi ya da bir yavruyu kurtarmak için kendini riske atan ceylanın yaptıklarını, var kalma kavramıyla açıklamak güçtür. Temelde bir “ahlak” vardır burada.
Darwin, insanlar yaptıkları zaman, fedakârca, dayanışmacı, ahlaklı varlıklar olarak görülmekte olan hareketlerin, esas itibarıyla aynı içerikle, hayvanlar tarafından yapıldığında neden benzeri sıfatlara layık görülmediklerini temel sorun haline getirmektedir. Benzeri canlılık dürtüsünün, son derece hayvanlara ait bir ortak özellik olduğunu ve bunun da evrimsel bir gelişme izlediğini söyleyebiliriz.
Yani Darwin, hayvan türleri arasında dayanışmanın istisna olmaktan öte, normal bir olgu olduğunu çok çeşitli örneklerle açıklıyor. Evrim konusunda yalnızca biyolojik özelliklere yoğunlaşılması, bu bakımdan temel bir eksikliktir. Zira evrim, biyolojinin olduğu kadar davranışın, davranışın olduğu kadar da ahlaki alanın da işleyiş ilkesi durumundadır. Davranış da, ahlak da, verili toplumsal koşullar altında öğrenilerek, diğer kuşaklara aktarılmaktadır.
Kuşkusuz bu gen aktarımı gibi bir şey değildir, ancak mekanizma itibarıyla çok büyük farkları olduğunu iddia etmek de zor gibidir. Davranış da öğrenilir, öğretilir, aktarılır. Yeni kuşaklar, eski kuşaklardan gördüklerinin üzerlerine yeni veriler koyarak, yeni ahlaki veri setlerini inşa etmektedirler. Atalarının yaptıkları, onlara tamamen olmasa da, bir istikamet vermektedir.
Türlerin Kökeni’nin son cümlesi kitaba ve alana dair etkileyici bir tasvirler bitmektedir: “…basit bir başlangıçtan, sınırsız sayıda en güzel ve şaşırtıcı formun evrimleşmiş ve evrimleşmekte olduğunu kavrayan bu görüşte ihtişam vardır.”. Darwin’in bu cümlesine katılmamak mümkün değildir. Hem bugün hâlâ canlılığı, onun oluşumunu, gelişimini açıklama konusundaki gücünden ötürü, hem de ahlak fikrinin canlılar arasındaki ortak özellik olmasını dile getirişi bakımından, Darwin ve eserleri, önemini ve de güncelliğini korumaktadır.
Bizi takip edin: