(Yeni) Yıl ve Zaman Algısı
Büyük şair Nazım Hikmet Ran’ın her biri çok kıymetli şiir külliyatının önemli bir parçası olan “Ben İçeri Düştüğümden Beri” başlıklı şiirinin şu üç dizesi, zaman, yıl ve onların oluşturduğu genel algıya dair etkili bir tasvir sunmaktadır.
“Ben içeri düştüğümden beri güneşin etrafında on kere döndü dünya
Ona sorarsanız: ‘Lafı bile edilemez, mikroskopik bi zaman…’
Bana sorarsanız: ‘On senesi ömrümün…’ ”
(Genco Erkal ve Fazıl Say ortaklığında çıkan muhteşem bir seslendirmesini şuradaki linkten izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=FqPOfh-dbFI )
Bu dizelerde de net olarak gördüğümüz gibi, “yıl” herkes için aynı anlama gelmez bazen. Sadece bir yıl bazıları için küçük, önemsiz bir detay durumundayken, bazen de kişinin hayatının en önemli zaman dilimi de olabilir. İlginç ve de hoş bir deyişle, zamanın ‘akma’ hızı da, içinde yer alınan konuma göre farklılık gösterebilir. Herhangi bir dönemdeki ruh halimize göre bazen “zaman akmıyor” deyimini kullanırız. Bunun zıttı olarak da bazı ruh evrelerimizde, zamanın çok hızlı bir biçimde değiştiğini vurgulamak için “zaman su gibi akıyor” deriz. Zaman üzerine Türkçede kullanılan sayısız deyiş, bu kavramın toplumsal alanda da sahip olduğu özgün konumunu ve önemini açıkça göstermektedir.
Çok geniş bir kapsamı olan ‘zaman’ın bir dilimi olan “yıl”ın anlamı nereden gelmektedir peki? Genel bir uzlaşım ile dünyayı daha iyi daha sistemli bir şekilde idare etmek için adına ‘yıl’ denilen coğrafi bir olay çok önemli bir hadise midir? Dahası geçmesine hiçbir şekilde etkimizin olmadığı bir fenomen olan zaman/yıl bağlamında, onda her yıl coşkuyla kutlanacak olan bir yan var mıdır peki? Bu sorunun cevabını en baştan kısaca verelim: Hem evet, hem de hayır!
Konuyu detaylandırmadan önce, ‘insan’a dair şöylesi bir genel çerçeve oluşturmakta, söylenmek istenilenin ana teması olması bakımından fayda vardır. Her şeyden önce, insan sadece çeşitli kimyasal maddelerin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir varlık değildir. İnsanın bu yanlarını kesin olarak ihmal edemeyiz, etmemeliyiz de. Eğer edersek tıp, psikiyatri başta olmak üzere, pek çok bilimsel alanlar için merkezde duran bir temel noktayı gözden kaçırmış oluruz. Bunlar çok önemlidir, ihmal edilmemesi gereken noktalardır; ancak unutmamak lazım ki, insan elbette hem bu verilerdir, ancak hem de bunlardan daha fazlasıdır.
Sözgelimi, bütün “değerleri” olağan ölçülerin/standartların içerisinde olan bir insanın ruhen kendini kötü hissetmesini, bu rakamlarla açıklamak pek kolay olmasa gerektir değil mi? Eğer insan, sadece bir tablo, bir veriler bütünü olarak görülürse; eğer insana gayri-insani katı pozitivist bir bakışla bakılırsa, onur, haysiyet, şeref, insanlık… gibi kavramların insan için anlam ve önemini anlayamayız. Ve bunun sonunda ünlü-medyatik bir akademisyenin “kişi idrarını ya da dışkını yerse bir şey olmaz” demesinde olduğu gibi, abesle iştigal bir konuma düşeriz. Biyolojik olarak bir zararı olmayabilir, ama sembolik anlam gücü, insanın haysiyeti için ağır derecede zararlıdır. Bu konuyu gözden kaçırırsak, insan üzerine konuşurken, İnsanlık’ı ıskalarız!
Bu kısa arka plan ile birlikte düşündüğümüzde, insan nasıl ki sadece çeşitli kimyasallar ya da verilerden oluşuyor değilse, yeni yıl da, sadece bir coğrafi hadise olarak ele alınabilecek bir olgu değildir. Elbette coğrafi bir hadisedir, ancak insan çevresini ve çevresinde olup biten olayları zihninde yeniden kurarak ona yeni işlevler vermekte olan bir canlıdır.
Yeni yıl denilen gelecek zaman kipi, içerisinde, yaşanmamış ama yaşanması istenen durumlar, yeni umutlar, yeni heyecanlar, yeni bekleyişlerin bir sembolü olarak görülmelidir. Sonsuz bir döngü halinde devam eden coğrafi bir olay olmasının ötesindeki bireysel ve de toplumsal anlamı budur.
Hayal kırıklıkları, mağlubiyetler, üzülmeler, kaybetmeler, yılgınlıklar… karşısında pes etmeden bir “yeni”ye olan ihtiyaç, bir tutunacak dal arama çabası, en büyük yeni şey olan yıl üzerinden şekillenmekte ve hepsinin yoğunlaştığı bir sembol durumuna gelmektedir. Bundan ötürü insanlarda bir “yeni”ye olan inancın diri olmasında hiçbir kötü yan olmadığı gibi, bu olgunun kişinin yaşam umudunu güçlendirmesi gibi temel bir misyonu olması itibarıyla da önemli bir faktördür.
Bu insani noktaları görmek ve de anlamak gerekmektedir. Eğer yıl’a sadece iki gezegen olarak dünya ve güneş arasındaki bir mekanik hadise şeklinde bakarsak, elbette bunda coşkuyla, hevesle, umutlarla kutlanacak herhangi bir yan yoktur, irademiz dışındaki büyük bir olaydır. Ancak “yıl” olgusunu, yukarıda söylediğimiz türden yeni bir yaşamın başlangıç anı olma gibi bir durumun sembolü durumuna getirmek için çabalarsak, elbette bunda kutlanacak pek çok güzellikler bolca vardır. Umut ve yeni arayışlara girme, insana insanlığını anımsatan önemli bir noktadır. İnsan umut etme yetisi ile diğer canlılardan ayrılır. Ne zaman ki insan, yeni bir şey arayışına girmekten vazgeçer, işte o zaman tek düze bir dünyanın karanlık labirentleri arasında kaybolmaya doğru düşüşe geçer. “Yeni”yi arayarak onda umut kırıntıları görmekte bir fenalık yoktur, bilakis tam tersi olan durumda vardır denilebilir.
Son olarak, yukarıda anılan şiirini Nazım Hikmet şöyle bitirir: “ve gayrısı, mesela benim on sene yatmam, lâfü güzaf.”
Bu da zamanın/yılların her birinin kıymetli olduğunu, ıskalamamak gerektiğini göstermektedir. Yeni yıl, umutlarla ve bekleyişlerle dolu, daha güzeli aradığımız, bunun çabasında olduğumuz bir yıl olsun…
Bizi takip edin: